Büyük Britanya ve Doğu Sorunu

Büyük Britanya ve Doğu Sorunu

Doğu sorunu, eski literatürün dilinde “Şark meselesi” aslında Avrupalı emperyalist devletlerin -ki Avrupalı kabul edilmemesine rağmen Rus Çarlığı’nı da bu devletler arasında sayabiliriz- Osmanlı topraklarını paylaşma planları neticesinde kendi aralarındaki sorunları ifade etmektedir.  Avrupalılar için Doğu Sorunu, Türklerin İslam sancağını 14. yüzyıl ortalarında Gelibolu yarımadasına yani Balkan coğrafyasına taşımasıyla başlar[1]. Ancak Doğu Sorunu’nun uluslararası ilişkiler literatüründe kullanılması, 18. ve 19. yüzyılda Osmanlı mülkünde gerçekleşecek olan siyasi, askeri ve sosyo-ekonomik gelişmeler neticesinde olacaktır.

Osmanlı Devleti’nin 18. yüzyılın başlarından itibaren Batı Avrupalı devletlere nazaran siyasal, sosyal, ekonomik, askeri ve kültürel açıdan geri kalmışlığının bir sonucu olarak batılı emperyalist devletler Osmanlı topraklarının kendi tasarruflarında yeniden şekillenmesini arzu etmekteydi. Halihazırda 1354 yılında Süleyman Paşa önderliğindeki Osmanlı güçleri Gelibolu yarımadasında yani Balkan coğrafyasında hakimiyet kurmasından itibaren Hristiyan batı, daima Osmanlı’nın İslam-Türk unsurlarını bu topraklardan atmak için büyük bir mücadele etmiştir. Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki hakimiyeti Hristiyan batı dünyası için her zaman bir doğu sorunu olarak algılanmıştır. Diğer yandan, Osmanlı Devleti’nin, 1571 yılında Kıbrıs’ı da Venediklilerden alarak Anadolu, Mısır ve Suriye arasındaki stratejik öneme sahip deniz yollarının kesiştiği Doğu Akdeniz’de hakimiyet kurup Akdeniz’i tabiri caizse bir Türk gölüne çevirmesi batılılar için bir başka doğu sorunu algısına neden olmuştur[2]. Ancak bahsettiğimiz bu sorun Osmanlı Devleti’nin her anlamda güçlü olduğu bir dönemde dile getirilememişken, Osmanlı devlet sisteminin zayıflamasıyla dile getirilmeye başlanmıştır. Batılı emperyalistler için “Doğu Sorunu” Balkanlar başta olmak üzere Osmanlı Devleti’nin hâkim olduğu toprakların yanı sıra, Güney Asya, Uzakdoğu ve Sahra altı Afrikası’nın paylaşılması planına ek olarak; başta Kafkasya ve Ortadoğu’daki enerji kaynakları olmak üzere dünya üzerindeki tüm yer altı ve yer üstü kaynaklarının batılılar tarafından sömürgeleştirilmesi gayretinin bir sonucudur.

“Doğu Soru” kavramı ilk olarak 1815’te statükocu Avrupalı devletlerin düzenlediği Viyana Kongresi’nde dile getirilmiştir. Bu kongrenin katılımcıları arasında yer alan Rus Çarı I. Aleksandr, Osmanlı tebaası içindeki Ortodoks Rumların ve diğer Hristiyan milletlerin siyasi, sosyal ve kültürel durumlarını vurgulamak amacıyla “Doğu Sorunu – Şark Meselesi” tabirini kullanmıştır[3]. Ruslar, Osmanlı topraklarında yaşayan Ortodoks Rumların durumlarını kongre gündemine taşıyarak, Osmanlı aleyhine, Rumların lehine bazı imtiyazlar aldırmak istemiştir. Ruslar, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması neticesinde kendisine verilen “Osmanlı mülkündeki Ortodoksları himaye etme” hakkını kullanarak, Osmanlı Devleti’ndeki Ortodoks milletini kendi Rus Ortodoks emelleri için bir aracı olarak kullanmak istemişlerdir. Ancak Rusların bu niyeti, dönemin Avusturya başbakanı Klemens von Metternich tarafından kabul görmemiştir. Rusların bu yayılmacı politikasına Avusturya tarafından ket vurulmasının nedenini 1815 Viyana Kongresi’nin teşkil olma sebebi açıklıyor. Zaten Viyana Kongresi’nin toplanma amacı, Napolyon Fransası’nın Avrupa’daki sınırları değiştirmesini önlemek ve Napolyon’un Avrupalı milletlere yaydığı milliyetçilik, devrimcilik, liberalizm gibi düşüncelerin önüne geçmekti. Avusturya’nın farklı sosyolojik unsurları içinde barındıran muhafazakâr bir ülke olması sebebiyle, statükocu bir tavır takınması oldukça olağandır. Bundan dolayı da Rusların Osmanlı Ortodoksları üzerindeki emelleri, Güneydoğu Avrupa-Balkanlar için sınır güvenliği sorunu anlamına gelmekteydi. Bu durum da Avusturya gibi Avrupa’nın statükocu devletler tarafından kabul edilemezdi.

Resim 1: Doğu Sorunu

Doğu sorunu olarak lanse edilen batı dışı dünyanın sömürgeleştirilmesi mücadelesine müdahil olan bir diğer ülke, Büyük Britanya’dır. 18. yüzyılın sonlarında Rus çariçe II. Katerina’nın Türkleri -bugünkü Ukrayna Moldova ülkelerinden geçen- Dinyester Nehri’nin güneyine sürmek suretiyle bu bölgeleri ele geçirme hedefi, İngilizler nezdinde büyük bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu dönemde, 1783 yılında İngiliz başbakanı seçilen William Pitt, İngilizlerin çıkarları için Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını önlemeye yönelik bir siyaset yürütmekteydi[4]. Başbakan Pitt, İngilizlerin sömürgesi Hindistan’a giden deniz yollarının güvenliğini korumak maksadıyla Rusların ve Fransızların Osmanlı topraklarını parçalama siyasetlerine karşı bir politika yürütmeye mecbur kalmıştır. Rusların yukarıda bahsettiğimiz girişiminin yanı sıra 1798’de Napolyon Bonapart’ın Süveyş Kanalı’nın bulunduğu Mısır’ı ele geçirmesi İngiltere tarafı için önemli bir tehdit unsuruydu. Çünkü bu dönemde Akdeniz başta olmak üzere önemli deniz yollarına hâkim konumda olan İngilizler, kendi milli emelleri neticesinde, sömürgesi Hindistan’a giden yol üzerindeki Süveyş Kanalı’nın güçlü bir Fransa’nın hakimiyetine girmesini kabul etmesi mümkün değildi. Bu durumdan dolayı İngilizlerin Osmanlı mülkünün parçalanmasını önleme siyasetindeki asıl gayeleri kendi milli hedefleriydi. Bu siyasi hedefler için İngilizlerin izledikleri güç dengesi politikası, 1815 Avrupa Uyumu olarak da ifade edilmektedir. Bu uyum yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Rus Çarlığı, İngiltere, Prusya ve Avusturya tarafından düzenlenen Viyana Kongresi sonucu ortaya çıkan Avrupa’da sınır güvenliğinin korunmasına dair geliştirilen bir politikadır. Ancak bu ülkelerin ilerleyen yıllardaki alacakları siyasi tutum, sınır korumacılığına dair bu politikada ya samimi olmadıklarının ya da bu politikadan hızlı bir şekilde vazgeçtiklerinin kanıtıdır. 1821’de Osmanlı toprağı olan Mora’da Rum halkının çıkardığı ayrılıkçı hareketler sebebiyle Türk-Mısır kuvvetlerinin bu isyanı bastırmaya yönelik müdahalede bulunması üzerine İngiliz, Fransız ve Rus filolarının Osmanlı donanmasını Ekim 1827’de Navarin’de yakmaları, bu saydığımız devletlerin Avrupa Uyumu ilkelerine riayet etmediklerinin göstergesidir. Diğer yandan, 1853-1856 yılları arasında Osmanlı-Rus kuvvetleri arasındaki Kırım Savaşı da Rusların Karadeniz ve Balkanlar üzerindeki etkisini kırmak niyetiyle İngiltere ve Fransa’nın savaşa Osmanlı lehine müdahil olmasına sebep olmuştur. Bu savaş Büyük Britanya için doğu sorununun anlamdırılması için büyük bir öneme sahiptir. Çünkü bu savaş aynı zamanda Osmanlı sistemi çöktükten sonra Rusya, İngiltere ve Fransa açısından Ortadoğu’da politik ve ekonomik olarak kimin güç elde edeceğinin belirlenmesi anlamına gelmekteydi. Bu savaşa kadar kendi ticari ve siyasi çıkarları için Osmanlı’nın parçalanmamasına yönelik mücadele eden İngiltere, savaş sonrası Osmanlı’nın çöküşünün kaçınılmaz olduğunu görmüştür. Bundan dolayı da bu dönemden itibaren İngiltere, Osmanlı Devleti’nin bekasına ve doğu sorununa kendi ticaret bölgelerinin güvenliği için yeni yorumlar getirmek zorunda kalmıştır.

Doğu sorunu ile ilgilenen bir diğer ülke Almanya’dır. 1871 yılında siyasi birliğini tamamlayan Almanya, bu dönemden sonra İngiltere ile büyük bir güç mücadelesi içerisine girmiştir. Almanlar, ulusal devletlerini diğer Avrupa ülkelerine nazaran geç bir dönemde kurması sebebiyle sömürgecilik yarışında geri kalmışlardır. Siyasi birliklerini kurmalarından itibaren, hızlı bir şekilde endüstriyel alanda gelişim gösteren Almanlar, kısa bir süre içinde güçlü bir donanma kurarak, İngilizler ile bu konuda rekabet içerisine girmişlerdir. Ancak Batı Avrupalıların, dünyanın birçok bölgesini sömürgesi haline getirmesi, Almanların bu sahada elini kolunu bağlamıştır. Bu durumun en önemli sonucu olarak, Almanlar ağır sanayi için gerekli hammaddeye ulaşma konusunda büyük sıkıntılar çekmekteydi. Alman siyasilerin bu konuya ilişkin çözümü diplomasi kuvvetini kullanmak suretiyle olacaktır. Bu doğrultuda Almanların nihai hedefi Osmanlı Devleti olacaktır.

1888 yılında Almanya imparatoru olan Kayser II. Wilhelm Osmanlı Devleti ile ilişkileri güçlendirmek amacıyla 1898 yılında İstanbul’da II. Abdülhamid’i ziyaret etmiştir. Saltanatı boyunca Osmanlı Devleti’nin selameti için Avrupalı devletler arasında denge siyaseti yürüten Sultan Abdülhamid için Almanya önemli bir müttefik olma potansiyeline sahipti. Çünkü Kırım Savaşı sonrası İngiltere’nin de Osmanlı topraklarının parçalanmasına dair tavır sergilemesi, Osmanlı yönetimini yeni stratejik ortak arama hedefine itmiştir. Almanya’nın da İngiltere’nin sömürgelerine ulaşma gayreti neticesinde I. Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı-Almanya dostluğu kısmi olarak devam etmiştir.

Almanya’nın Doğu Sorunu’na müdahil olması, 1903 yılında Osmanlı toprakları üzerinde Bağdat Demiryolu’nun inşasına başlaması ile olmuştur. Almanlar bu demiryolu aracılığıyla Berlin’den kalkan bir treni Osmanlı topraklarından geçtikten sonra Basra Körfezi’ne ulaştırmayı amaçlamaktaydı. Bu da Almanların isterlerse, bu trenle askeri ekipmanları Basra Körfezi’ne oradan da Hint Okyanusu’na kadar taşımaları anlamına gelmekteydi. Bu durum da İngilizler için önemli bir güvenlik tehdidi oluşturuyordu. Ayrıca bu demiryolu, İngilizlerin kontrolündeki Süveyş Kanalı’nın da etkisini yitirmesine sebep olabilirdi. Almanya’nın Ortadoğu’daki bu faaliyetleri İngilizlerin yanı sıra Rusların ve Fransızların da tepkisini çekmiştir. Çünkü Fransızlar, Almanların bu faaliyetlerinden dolayı Suriye limanlarına yaptıkları ticaret konusunda endişe duymuşlardır. Diğer yandan Ruslar ise, Almanları gerek Çanakkale Boğazı vasıtasıyla gerekse de İskenderun Limanı vasıtasıyla güney ticareti geçiş yollarının kontrol etme hülyalarına yönelik bir engel olarak görmekteydi. 1907’de Rusların Japonlar karşısında mağlup olması, Rusların buzsuz denizlerde ticaret yapabilmeleri adına Akdeniz’i çok daha önemli bir hale getirmekteydi. Diğer yandan Almanya’nın ve Avusturya’nın Balkan yarımadasını ve Yakın Doğu’yu kontrol etmeye yönelik politikaları, devletlerin yeni ittifak arayışına sevk etmiştir. Avusturya’nın Bosna’yı ilhak etmesi ve Almanya’nın İskenderun Limanı üzerinde belirgin haklar edinmesi, 1908-1911 yılları arasındaki dönemde yeni gruplaşmanın önemli belirtileri oldu[5]. Diğer yandan 1909 yılında Osmanlı tahtından indirilen II. Abdülhamid’in yerine gelen İttihatçı askeri kadroların da vaktiyle Alman subayların desteğiyle yetiştirilmesi Osmanlı yönetimi üzerindeki Balkan etkisini büyüten önemli bir gelişme olmuştur.

Resim 2: Şark Meselesi

Birinci Dünya Savaşı’na “Doğu Soru” Perspektifinden Bakmak

Avrupalı devletler arasında olan bu gruplaşma I. Dünya Savaşı’nın çıkmasındaki önemli bir neden olmuştur. Aynı zamanda I. Dünya Savaşı, “Doğu Sorunu”nun batılılar için çözülmesinin önemli bir aracı olmuştur. Bu anlamda, doğu sorununun Batı Avrupalı emperyalist devletler için başta Osmanlı toprakları olmak üzere, tüm geri kalmış coğrafyaları sömürgeleştirmek anlamı taşıyorken, aynı sorun Osmanlı Devleti için selamet sorunu, vatanın bağımsızlığını korumak manası taşımaktaydı.

  1. Dünya Savaşı’nın çıkması hususunda, Balkanların ortasında Saraybosna’da Avusturya Arşidükü Ferdinand’ın suikasta uğraması, bahane olarak gösterilmesine karşın, savaşın asıl sebebinin Osmanlı Devleti’nin Almanya başta olmak üzere İttifak devletleriyle ilişkilerini geliştirmiş olması ve bu durumun İtilaf devletlerinin -Rusya, İngiltere ve Fransa- sömürgeci politikalarına ters düşmesi olduğu bilinen -bilinmesi gereken- bir gerçektir. Osmanlı Devleti Almanya ile gizli ittifak antlaşması yapmasına karşın, İngiltere ve Fransa’ya karşı da dostane bir dış siyaset izleyerek denge siyasetini bu dönemde de devam ettirme gayreti içinde olmuştur. Ancak Alman Kayser Wilhelm, Osmanlı Devleti’nin ve Balkan devletlerinin Almanların yanında savaşa katılmaları için mücadele veriyordu. Bu doğrultuda, Kayser Wilhelm, Yunanistan da dahil bütün Balkan devletlerine savaşa katılmaları için diplomatik baskı yapmaktaydı. Hatta Osmanlı Devleti’nin de I. Dünya Savaşı’na dahil olması Almanların yaptığı siyasi manevra sonucu bir oldu bittiye getirilmişti. Osmanlı’ya sığınan Alman savaş gemileri İstanbul Boğazı’ndan geçerek Türk bayrağı altında Rus limanlarını bombalaması, itilaf devletlerince Osmanlı’nın Almanya safında savaşa katıldığı kabulüne neden olmuştur. Ayrıca Enver Paşa başta olmak üzere bazı İttihatçı paşaların Almanya tarafgirliği, Osmanlı’nın Almanlar ile savaşa girmesini hızlandıran etken olmuştur. İttihatçılar, Almanların I. Dünya Savaşı’nın galibi olacağını inanıyorlar ve Almanların yardımıyla daha önce Rusya’ya kaybedilen toprakları geri kazanmanın yanında Orta Asya’daki Türklerin de Rus esaretinden kurtulmasına yardım edebileceklerine inanıyorlardı. Ayrıca İttihatçı subaylar, İngilizlerin işgalindeki Kıbrıs ve Mısır gibi stratejik bölgeleri de geri kazanmanın hedefi içindeydiler. II. Wilhelm ise Osmanlı, Yunanistan ve diğer Balkanlar’daki Rus etkisini tamamen yok etmenin derdindeydi.

İtilaf Devletleri ise, Almanya’nın tüm planlarını yok etmek ve doğu sorununu kendi lehlerine çözmek için dört bir yandan Osmanlı topraklarına saldırıyorlardı. İtilaf devletleri iç sorunla boğuşan Rus Çarlığına yardım götürmek için Osmanlı’nın Çanakkale Boğazı’na girmeyi zorlamışlar ve nihayetinde başarısız olmuşlardır. Ancak İngilizler, Filistin’de, Suriye’de ve Arabistan çöllerinde başarı elde ederek savaşın kesin Osmanlı mağlubiyetiyle sonuçlanmasına sebep olmuşlardı. Bu süreçte Osmanlı mülkünün batılı emperyalist devletler tarafından parçalanıp, işgal edilerek, doğu sorunun sözde çözümü için uygun bir ortam oluşmuştu. Bu savaş sonucu Anadolu dışındaki tüm topraklarını kaybeden Türkler, Anadolu halkının milli ve dini kimliğine sahip çıkmasıyla Küçük Asya denilen Anadolu topraklarında hayat bulmaya devam etmiştir.

Birinci Dünya Savaşı nihayete erdiğinde Avrupalılar, doğu sorununun kendi lehlerine çözüme kavuştuğunu iddia ettiler. Sonuç olarak Balkanlar’daki Türk hakimiyetine kesin olarak son verilmiş, Balkanlar’daki Hristiyan milletlerin bağımsızlıkları kesin olarak Türklere kabul ettirildiği düşünülmüştü. Ancak Balkanlar’daki Osmanlı hakimiyetinin sona ermesinin ardından bu topraklarda sorunların sona ermediği aksine artarak devam ettiği ortadadır. Etnik, dini, kültürel ve coğrafi olarak iç içe yaşayan Balkan halkları arasındaki siyasal ve sosyolojik sorunlar bugün dahi devam etmektedir. Bulgaristan, Sırbistan ve Romanya aralarında çeşitli sınır sorunları yaşamaktadır. Aynı şekilde Yunanistan hem Arnavutluk ile hem Batı Trakya’daki Müslüman Türk nüfus sebebiyle Türkiye ile hem de isim ve sınırlar sebebiyle Makedonya ile sorunlar yaşamaktadır. Ayrıca Bulgaristan’da Makedonya ile benzer sorunları yaşamaktadır.

Doğu sorununun bir diğer konusu olan Türk-Ermeni ilişkileri de batılıların Ermenileri kışkırtması sebebiyle büyük bir sorun olarak devam etmektedir. 1915 yılında I. Dünya Savaşı koşullarında Osmanlı’daki Ermeni halka uygulana tehcir uygulaması, Ermeniler ve batılı emperyalistler için bir mağduriyet oluşturma propagandası halini almıştır. Bahsi geçen tehcir uygulaması sırasında 1,3 milyon Ermeni’nin Türkler tarafında sözde öldürüldüğü iddiası tarihi gerçekliklerle alakası olmayan, tamamen oryantalist düşüncelerle ortaya atılan iddialardır. Avrupalı devletlerin Türkler aleyhine kışkırttığı bir diğer topluluk da Rumlar olmuştur. 1821 Yunan isyanında; 1919’da Türk Bağımsızlık Mücadelesi’nde; Batı Trakya Türkleri hususunda ve 1900’lü yılların ikinci yarısından itibaren bugüne kadar devam eden Kıbrıs adasının statüsü konusundaki sorunlarda Rumlar, batılı devletlerce Türk’ün devletine ve milletine karşı sürekli kışkırtılmıştır. Hem Türk-Ermeni arasındaki sorunların hem de Türk-Rum arasındaki sorunların çözümünün, bu milletlerin batıdan bağımsız bir şekilde kendi aralarında anlaşmalarıyla bulunması gerektiği bilinen/bilinmesi gereken bir çözüm yoludur.

Avrupalıların Ortadoğu özelindeki doğu sorununu çözmesi girişimi ise, bu bölgelerde manda ve himaye yönetimi kurmak üzere olmuştur. Türkofobi hastalığına yakalanan Batının Oryantalist yazarları her ne kadar Arap halklarının geri kalmışlığının müsebbibi olarak, bu halkların uzun yıllar boyunca Osmanlı-Türk yönetimi hakimiyeti altında yaşamalarını gösterse de I. Dünya Savaşı’ndan itibaren tamamen Türk hakimiyetinden bağımsız olan bu bölgelerdeki devletlerin bugünkü siyasal, sosyal, ekonomik ve güvenlik sorunlarındaki batı tesirini görememektedirler. Bugün Yemen’de, Filistin’de, Suriye’de, Mısır’da, Irak’ta, Lübnan’da Ortadoğu halkı büyük zorluklar altında yaşamaktadır. Avrupa için doğu sorunu Arap devletlerinin manda ve himaye adı altında sömürgeleştirilmesiyle çözüme kavuşmasına rağmen, Ortadoğu halkları için doğu sorunu, batı sorunu olarak yeniden yorumlanmıştır.

Sonuç

Osmanlı Devleti’nin 14. yüzyılın ortalarında Gelibolu yarımadasında hakimiyet kurmasıyla başlayan ve 16. yüzyılda Doğu Akdeniz’in tamamıyla Türklerin hakimiyetine girmesiyle büyüyen doğu sorunu, 19. ve 20. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla batılı devletler tarafından daha çok dile getirilmeye başlanmıştır. Aslına bakılırsa, batılı devletler için “Doğu Sorunu” Osmanlı Devleti’nin hakimiyeti altındaki Balkanlar’ın, Ortadoğu’nun, Kuzey Afrika’nın, Kafkasya’nın ve Küçük Asya’nın batılılarca sömürülmesi anlamını taşımaktaydı. I. Dünya Savaşı’nın da Osmanlı’nın kesin yenilgisiyle sonuçlanması sebebiyle bahsi geçen bu coğrafyaların Anadolu hariç tümünün dolaylı olarak ya da doğrudan batılı devletlerin etkisine girmesiyle doğu sorunu batılılar için kısmi olarak çözüme kavuşmuştur denilebilir. Ancak Osmanlı bakiyesi olan bu topraklardaki siyasal ve sosyal sorunlar halen bugün de devam etmektedir. Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Kafkasya’da yaşayan halkların sorunlarının tek çözüm yolunun, bu halkların aynı coğrafyayı, benzer kültürleri paylaştıklarını idrak etmeleri ve ikili diyalog yolları ile anlaşmaktan geçtiği bilinmelidir.

 

RAMAZAN GÜRLER

Sonnotlar

Bulut, Taner. «Büyük Britanya ve Doğu Sorunu.» Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 12 (2012): 245-255.

Demirtaş, Yusuf Serdar. «“DOĞU SORUNU”NDAN “YENİ BÜYÜK OYUN”A.» Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi (ATAD), 2019: 1-32.

Günöz, M.Doğukan. «DOĞU SORUNU VE İNGİLTERE’NİN DOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI.» -. 1-11.

[1] Yusuf Serdar Demirtaş, ““DOĞU SORUNU”NDAN “YENİ BÜYÜK OYUN”A”, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi (ATAD), 31 (2019), s.12.

[2] Demirtaş, “Doğu Sorunu”, s.3.

[3] M. Doğukan Günöz, “DOĞU SORUNU VE İNGİLTERE’NİN DOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI”, s.2.

[4] Taner Bulut, “Büyük Britanya ve Doğu Sorunu”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 12 (2012), s.246.

[5] Bulut, “Büyük Britanya ve Doğu Sorunu”, s.249.

Leave A Comment

At vero eos et accusamus et iusto odio digni goikussimos ducimus qui to bonfo blanditiis praese. Ntium voluum deleniti atque.

Melbourne, Australia
(Sat - Thursday)
(10am - 05 pm)