Büyük Britanya ve Doğu Sorunu

BÜYÜK BRİTANYA VE DOĞU SORUNU RAPORU  

Şark Meselesi, tarihsel süreç içerisinde dengelerin, tarafların ve nihai hedeflerin ne denli hızlı değişebileceği hususuna en güzel örneklerden birisidir. Osmanlı imparatorluğunun yükselişinden çözülüşüne kadar geçen süre içerisinde başta İngiltere olmak üzere Rusya, Avusturya, Almanya ve Fransa gibi büyük devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda takındıkları tutumları gösteren bu kavram, her ne kadar 19. Yüzyıl Viyana Kongresinden itibaren dile getirilmeye başlansa da aslında kökleri çok daha eskilere dayanmaktadır. SSCB yıkıldıktan sonra hâkim olduğu topraklarda meydana gelen güç boşluğunu doldurmak üzere, büyük devletlerin girdiği mücadeleyi niteleyen ‘’Yeni Büyük Oyun’’, aslında Osmanlı İmparatorluğu üzerinden yürütülen ‘Şark Meselesi’ ile birebir örtüşmektedir. Bu raporda, ilgili devletlerin Doğu Sorunu üzerinden yürütmüş oldukları politikalarının gelişim ve dönüşümü ele alınacak, beraberinde bu meselesinin Balkan coğrafyası üzerindeki etkileri değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Coğrafi ve Etnik Arka Plan

Şekil 1: 19. ve 20. yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin toprak kayıpları

Güneydoğu Avrupa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi çok geniş bir alana nüfus etmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, bu bölgelerin hiçbirinde katı bir asimile politikası yürütmemiştir. Hatta millet sistemi ile tanınan geniş hak ve hürriyetler, bölgelerdeki milletlerin ve dinlerin muhafaza edilmesini sağlamıştır. Bu etnik ve dini çeşitlilik, Osmanlının hakimiyet kurduğu coğrafyalardaki paylaşım savaşını ifade eden Şark Meselesi için de Osmanlıya karşı kullanılacak bir zafiyet olarak görülmüştür. Özellikle Balkan Yarımadasında meydana gelen etnik ve dini çatışmaların, dönemin güçlü devletlerince maddi ve manevi şekilde desteklenmiş oldukları görülmektedir.

Doğu Sorununun Kökeni

Şekil 2. Kırım Harbi

Osmanlı’ya yönelik girişilen önemli bağımsızlık mücadelelerinden biri olan Mora isyanı (1821-1829), İngiltere’nin politika değişikliğinin analizi için iyi bir örnektir. Zira bugüne kadar Akdeniz’deki hakimiyeti için zayıf bir Osmanlı’nın varlığını yeğleyen İngiltere, isyancı Rumlara destek veren Avrupalı devletlerden birisi olmuş ve isyanın giderek şiddetlenmesine yol açmıştır. Bununla beraber Navarin’de Osmanlı-Mısır donanmalarının yakılmasında, Rusya ve Fransa’nın yanında yer alarak oynadığı ikiliği de açık bir şekilde göstermiştir. Yunan isyanı ve beraberinde Mısır’da patlak veren Mehmet Ali Paşa isyanı (1831-1841), Osmanlı’nın daha da güçten düşmesine yol açmıştır. Oluşan güç boşluğu, Kırım savaşı (1853-1856) sonrasında Rusya’nın bölgedeki nüfusunu arttırmasına neden olmuş ve bölgede güçlü bir Rusya istemeyen İngiltere ve Fransa Osmanlı’nın yanında savaşa girerek galibiyete dahil olmuştur. Bu sonuç, Osmanlı açısından karlı bir galibiyet gibi görünse de girmiş olduğu ekonomik bağımlılık dağılışına giden süreci hızlandırmış, muharebenin en karlı çıkanı ise yine İngiltere olmuştur.[3] Kırım Savaşı, esasında Osmanlı’nın yeniden toparlanabilmesi için bir umut teşkil etmiştir ancak yönetimin başarısız hamleleri ve giderek artan yozlaşma neticesinde beklenilen girişimler gerçekleşememiştir. Yaşanan gelişmelerle beraber bölgede yükselen gerilimi dizginlemek isteyen Osmanlı Devleti, ıslahat hareketlerini uygulamaya koyduysa da başarı elde edememiş, dış devletlerce de desteklen ayrılıkçı hareketler sürmeye devam etmiştir. 1875 Hersek Ayaklanması buna en güzel örneklerden birisidir. Avrupalı devletlerin Osmanlı Gayrimüslimleri üzerinde himaye politikası izledikleri ve bu doğrultuda bölge halklarını kışkırtarak ayaklanmaya teşvik ettikleri bilinen bir gerçektir. Hersek ayaklanması da bu doğrultuda çıkmış olan Balkan ayaklanmalarından birisidir. Fransız devriminin yaydığı milliyetçilik akımlarından ve Rusya’nın izlediği Panslavizm politikalarından etkilenen halk, Kırım savaşı sonrasında Osmanlı’nın askeri, ekonomik ve siyasi olarak güçten düşmesini fırsat bilerek ayaklanmıştır.[4] Yine Bulgaristan Ayaklanması ve beraberinde Sırpların ve Karadağlıların bağımsızlık ve toprak talebiyle Osmanlı Devleti’ ne açtığı savaş, doğu sorununun önemli evrelerini teşkil eden gelişmeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu doğrultuda imzalanan İstanbul Antlaşması sonucunda İngiltere, Osmanlı’nın parçalanması yönünde politikalar izlemeye başlamıştır. Osmanlı-Rus Savaşı süresince de ağır darbeler alan Osmanlı’nın daha fazla yaşatılamayacağı anlaşılmış ve Berlin Kongresi (1878) ile Osmanlı topraklarını paylaşma sürecine girilmiştir. Bu tarihten itibaren İngiltere’yi de yitiren Osmanlı, yüzünü Almanya’ya dönmüştür.İngiltere, Şark Meselesinde başat aktörlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda meselenin kökenlerine inildiğinde de İngiltere’nin soruna yaklaşımında dönemsel olarak bazı değişikliklerin yaşandığı görülür. Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki çıkarlarının ve mevcut statükonun korunmasını isteyen ülkenin, Osmanlının ahvaline ilişkin verdiği kararlar da yine bu doğrultuda olmuştur[1] Büyük Britanya için Hindistan’ın önemli bir konumda bulunması, Rusya ve Fransa’nın yürüttüğü politikalara karşı kendini büyük bir güvenlik tehditi içerisinde hissetmesine neden olmuştur. Bu açıdan gerek Eski Rus İmparatoriçesi II. Katerina’nın Türkleri Dinyester Nehri ötesine sürme planlarına gerekse de Napolyon Bonapart’ın yayılmacı politikalarına karşı bir dış politika izlemiştir. Özellikle Bonapart’ın Ege adaları ve Malta işgallerinden (1789) sonra Mısır’ı da ele geçirmesi (1789-1801), İngiliz müdahalesini kaçınılmaz kılmıştır ve Amiens Antlaşmasıyla (1802) İngiltere’nin Akdeniz’deki üstün konumu yeniden sağlanmıştır. Mısır’ın geleceğini tayin eden bu anlaşmanın birinci maddesine göre Fransa, Mısır’ı derhal tahliye ederek Osmanlı devletine teslim edecekti ve aynı zamanda Mısır’da diğer ülkelerin yararlandığı imtiyazlardan da yararlanabilecekti. Bu aşamada Fransa, her ne kadar bölgedeki üstün konumunu yitirmiş olsa da özellikle elde ettiği imtiyazlar sayesinde, Rusya ve İngiltere arasındaki deniz uyuşmazlıklarında bir denge siyaseti izlemeye çalışmıştır.[2]

Realist paradigmanın önemli iki bileşeni olan güç ve çıkar ilişkinin, devletlerin dış politikalarında son derece önemli bir yeri olduğu açıkça görülmektedir. Doğu Sorununun kökenlerine inildiğinde de verilen mücadelenin güç ve çıkar ilişkisinden başka bir şey olmadığı görülür. Özellikle İngiltere’nin bu denli değişken bir dış politika izlemesinin nedeni, Yakın Doğuda meydana gelen konjonktürel değişimlerdir. Mevcut statükonun kendi lehine işlediği sürece korunmasını isteyen İngiltere, bölgedeki değişikliklere en duyarlı tepki veren ülkelerden birisi olmuştur. Yine güvenlik kaygılarının, güçler arasındaki bloklaşmanın kaderini tayin ettiği görülür. Bu bağlamda başta zayıf bir Osmanlının varlığını yeğleyen İngiltere, sonrasında Osmanlı’yı parçalama süreçlerinde Rusya ve Fransa ile birlikte hareket etmiştir. Rusya ve Fransa ise görece daha dengeli bir politika izlerken, Osmanlı içerisinde bulunduğu vahim durumdan sıyrılmak için etkili bir çözüm geliştirememiştir. Özellikle Kırım gibi galibiyetle sonuçlanan mücadeleleri de masada kaybederek dışa bağımlı bir ülke haline gelmiştir. Değinilmesi gereken bir diğer husus da ıslahat çalışmalarıdır. Bölgede etnik ve dini kargaşanın dorukta olduğu bir dönemde dış güçlerin baskılarıyla alınan bu karar, bölgedeki gerilimi daha da arttırmış, Avrupalı devletlerin çıkarlarına hizmet eder hale gelmiştir. Bu durumda giderek yalnızlaştırılan Osmanlı, Almanya’yı alternatif bir destek olarak görmeye başlamıştır.

Almanya ve Doğu Sorunu

Osmanlı ve Almanya arasında kurulan yakın ilişkiler, Yakın Doğu’daki güç ilişkilerinde de değişikliklere sebebiyet vermiştir. Özellikle Bağdat demiryolunun Süveyş kanalına ve dolayısıyla İngiltere’ye büyük tehdit oluşturması, yeni politikaların geliştirilmesine neden olmuştur. Rusya ve Fransa da Doğu Akdeniz’deki çıkarlarından ötürü, Almanya’nın elde ettiği imtiyazlardan son derece rahatsızlık duymuştur. Tüm ortak kaygılar, bu üç devlet arasındaki çekişmelerin azalmasına ve bir ittifaka girilmesine yol açmıştır. Yakın Doğu üzerinde etkinliğini arttıran Almanya ve Avusturya’nın her üç devlet için de sorun teşkil ettiği doğrudur ancak bununla beraber spesifik kaygılar da mevcuttur. Örneğin İngiltere, Süveyş Kanalı ve Basra Körfezi üzerindeki tehlikeyi bertaraf etmek istemiştir. Fransa, Suriye Limanlarındaki ticaretin sekteye uğramasından kaygı duymuştur ve Rusya ise Batı Avrupa engin güney ticaretindeki geçiş yollarının kontrolünü son derece önemsemiştir. Avusturya’nın Bosna’yı ilhak etmesi ve Almanya’nın da İskenderun Limanı üzerinde belirgin kazanımlar elde etmesi, Doğu’nun düşman ülkelerini dostça antlaşmalar yapmaya mecbur kılmıştır. Tüm bu gelişmelerin neticesinde, ülkeler arasında bloklaşma süreci giderek hızlanmış ve büyük bir dünya savaşı kaçınılmaz olmuştur.

Doğu Sorunu ve I. Dünya Savaşı

Birinci Dünya savaşı (1914-1918), Şark Meselesinin tüm yönleriyle sergilenebileceği bir güç savaşımı olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaşın ortaya çıkışında birçok etken söz konusu iken görünürdeki sebep, Avusturya Arşidükü Francis Ferdinand’ın Saraybosna’daki ziyareti sırasında iki Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi olarak gösterilmiştir. Daha cinayete ilişkin soruşturulmalar neticelendirilmemişken tüm gazetelere savaşa ilişkin manşetler atılması ise savaş kararının çok daha önceden verilmiş olduğunu göstermektedir.[5] Bu gelişmeler Doğu Meselesinin yeniden gündeme gelmesine neden olmuştur. Özellikle II. Wilhelm’in balkanlarla ilişkilerin geliştirilmesi hususunda Avusturya’ya ciddi şekilde baskı uyguladığı görülmektedir. Bu ısrarın sebebi başta Yunanistan olmak üzere Balkan devletlerinin savaşta ittifak bloku içerisinde yer almasını sağlamaktır ancak beklenildiği gibi olmamış ve yalnızca Bulgaristan bu blokta yer almıştır. Osmanlı’nın tarafsızlığını sürdüreceğini düşünen İngiltere ve Fransa, bu konuda büyük bir yanılgı içerisine düşmüştür. Osmanlı, Goeben ve Breslau isimli Alman savaş gemilerini memnuniyetle karşılayarak ittifak devletleri içerisindeki yerini almıştır. Kaybettiği toprakları geri alma düşüyle, Rus limanlarına ve Mısır sınır bölgelerine ani saldırılar düzenleyen Babıali, tarafını da bu sayede açık bir şekilde göstermiştir.

Şekil 3 Çanakkale Savunması: Gelibolu

Gelibolu teşebbüsünde büyük bir direnişle karşılaşan İtilaf devletleri büyük bir hezimete uğramıştır. Beraberinde uygulamış oldukları Selanik Harekâtı ise Yunan adalarının ve limanlarının korunmasında son derece başarılı olmuştur. Kudüs’ün fatihi olarak bilinen Edmund Allanby önderliğindeki İngiltere’nin de Avustralyalı ve Hintli süvariler aracılığıyla Ortadoğu’da yürütmüş olduğu mücadeleler başarıyla neticelenmiştir.

Fransız ihtilalinin getirdiği milliyetçilik akımı, sanayi inkılabıyla artan sömürge arayışı, bölgede giderek yükselen bağımsızlık hareketleri ve devletlerin silahlanmayı hızlandırmaları, Birinci Dünya savaşına giden süreci hazırlamıştır. Yaşanan suikast girişimi de çıkar birliğine göre oluşturulan blokların savaşa girmesi için bir bahane olmuştur. Zaten toprak talepleri için büyük mücadelelere girişen Balkan halklarının, İtilaf devletleri yanında yer alması şaşırtıcı olmazken, Osmanlı’nın zayıflamış olduğu bir dönemde tarafsızlığını bozarak savaşa dahil olması, İtilaf devletlerini büyük bir yanılgıya düşürmüştür. Gerek zedelenen imajın gerek kaybedilen geniş toprakların geri kazanılması amacıyla atılan bu adım, Osmanlı açısından çok daha yıkıcı sonuçlara sebebiyet vermiştir.

Savaş Sonrası Problemleri ve Doğu Sorunu

Balkanlar, tarihin her döneminde çözümsüzlüklerin boy gösterdiği bir bölge olma özelliğini muhafaza etmektedir. 1912-1913 yılları arasında yaşanan Balkan savaşları ulusal bilinçlenmenin doruğa ulaştığı yıllar olarak bilinir. Bu doğrultuda da Birinci Dünya savaşı, Balkan savaşlarının bir devamı niteliğinde görülmüştür.[6] Birinci Dünya savaşı sonrasında ülke sınırları konusunda elde edilen kazanımlar, Balkan haklarını memnun etmemiştir. Zira halklar arasında, kabul ettirilen sınırların yapılacak bazı büyük göçler sonrasında anlam kazanacağına yönelik bir algı oluşmuştur. Var olan etnik ve dini çeşitlilik ortak karar vermeyi güçleştirirken, çözüm olarak öne sürülen şey ise iyi komşuluk prensibi olmuştur. Bulgaristan, Sırbistan ve Romanya’da da çeşitli sınır çatışmaları sürmeye devam etmiştir. Yine Yunanistan, Batı Trakya bölgesi ve Arnavutluk ile sıkıntılar yaşamaya devam etmiştir.  Osmanlı Devleti tarafından ’Milleti Sadıka’ olarak övgüye mazhar olan Ermenilerin, ticari alandaki başarılarından dolayı düşmanlaştırıldıkları fikri biraz düşündürücüdür. Özellikle Rusya ve İngiltere’nin kışkırtma politikalarından sonra bizzat kendileri Osmanlı karşıtı bir tutum sergilemişlerdir. Bu bağlamda bölgeden Ermenilerin tehciri sürecinde yaşanan ölümlerin de soykırım olarak nitelendirilmesi, günümüz dünyasında da halen tartışma götüren bir husustur. Yeniköy Antlaşması (1914), Ermeni illerindeki yönetimlerin yabancı müfettişlere geçeceği hususunda büyük bir tedirginliğe neden olmuştur. Bu süreçte aceleyle alınan zorunlu göç (tehcir) kararları sonucunda çok sayıda can kaybının yaşandığı da kayıtlarda yer almaktadır. Ancak yaşananların ‘soykırım’ şeklinde nitelendirilmesi ve Yahudi soykırımıyla eş tutulmasına, Türkiye Cumhuriyeti tarafından büyük bir tepki gösterilmiş ve öne sürülen ithamlar kabul edilmemiştir.[7] Filistin üzerinde İngiltere’nin, Suriye üzerinde Fransa’nın uygulamış olduğu politikalar da günümüze kadar gelecek olan çatışmaların temellerini atmıştır. Fransa’nın Şam’ı işgali (1920) Araplar tarafından büyük bir tepkiyle karşılanırken, özellikle geçtiğimiz günlerde Kudüs’te meydana gelen çatışmaların Balfour Deklarasyonu’ndan (1917) bağımsız tutulması da mümkün değildir. Yazar tarafından Irak için de İngiltere hükümdarlığında ve Türkiye karşıtı bir çözüm yolu öne sürülmüştür.

Mezopotamya, Suriye, Filistin, Anadolu ve Balkan ülkelerinde yaşanan genel sıkıntılarda, ilgili devletlerin anti-milliyetçi politikalarının büyük rol oynadığı görülmektedir. Bu bağlamda uygar devletlerin Doğu Meselesine bırakmış oldukları izler son derece kirlidir. Örneğin makalede Beaconsfield hükümetinin Türk yanlısı tutumu ağır şekilde eleştirilmekle birlikte ‘’Ahlaka, sağduyuya ve devlet iradesine karşı büyük bir günah işlendiği vurgulanmıştır’’. Yine İngiltere’nin politika değişikliğine giderek Osmanlı karşıtı bir strateji izlemesi, doğru bir hamle olarak yorumlanmıştır. Hindistan’daki İngiliz nüfusunun sürdürülebilirliği ise Hindistan’ın sadakatine ve Türklerin kötü yönetimi altında ezilen Yakın Doğu halklarına desteğine bağlanmıştır.

SONUÇ

Tüm bu bölgelerde yaşanan anlaşmazlıklar değerlendirildiğinde, ortak sorunun dar görüşlülük ve hoşgörüsüz milliyetçilik olduğu sonucuna varılmıştır. Bu hususlar, çeşitli etnik kimliklerin ve dinlerin merkezi olan Yakın Doğu’daki sorunları da körüklemiş, milyonların yaşamını yitirmesine neden olan Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına sebebiyet vermiştir. Ancak ele alınan makalenin yanlı tutumu karşısında bazı gerçeklerin de hatırlatılması gerekmektedir. Özellikle Balkanlar gibi etnik ve dini çatışmaların yoğun yaşandığı bir bölgede yaklaşık 500 sene hüküm sürmüş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun, anti milliyetçi bir tutum sergilemiş olduğunu ileri sürmek gerçeklikle çok da bağdaşmayacak bir yargıdır. Uygar devletlerin Yakın Doğu’daki kötü sicillerinden bahsedilirken yalnızca Türk yanlısı Beaconsfield hükümetini eleştirmek de yine aynı derecede taraflıdır. Zira Yakın Doğuda özellikle Rusya ve Fransa’nın milliyetçi akımları kışkırtmada oynadığı rollerin göz ardı edildiği görülmektedir. Şark Meselesi batılı bir kavramdır. Bu yüzden meseleye, Osmanlı açısından değil de politikalarını Osmanlı üzerinden kurgulayan devletlerin gözüyle bakılmaktadır. Yakın Doğu’da devletlerin çıkarları değiştikçe, Doğu Sorununa bakış açıları da değişmiş, bir dönem Osmanlı’nın varlığını savunan devletler, başka bir dönem Osmanlı’yı paylaşma planları içerisine girmişlerdir. Doğu Meselesinden en çok etkilenen bölge ise Balkanlar olmuştur. Avrupalı güçler, Osmanlı hakimiyetindeki Gayrimüslimleri öne sürerek bölgeye müdahil olma çabalarına girişmiş, beraberinde himaye politikaları yürüterek bölgedeki ayaklanmaları teşvik etmiştir. Osmanlı’nın askeri, ekonomik ve siyasi bakımdan zayıfladığı bir dönemde tezahür eden ayaklanmalar ise düşünüldüğünden çok daha yıkıcı olmuştur. 19. yüzyıl milliyetçilik akımları aynı zamanda ulus devletleşme sürecini de hızlandırmıştır. Bu süreçte, ulusal bilincin de etkisiyle Balkan savaşlarına ve beraberinde Birinci Dünya savaşına katılan bölge halkları, umdukları kazanımları elde edememişlerdir. Yeni oluşturulan ülkesel sınırlar, Etnik ve dini dağılımın son derece karmaşık olduğu bölgede kalıcı bir çözüm tesis edemediği gibi, yeni krizlerin çıkışına da zemin hazırlamıştır. Son dönemlerde yayınlanan imzasız belgeler de Balkanlardaki sorunların yalnızca yeni çizilecek sınırlar aracılığıyla çözülebileceği algısını oluşturmaya çalışmaktadır. Tüm bu gelişmeler, Yakın Doğu’daki ‘büyük oyunun’ ileri gelen devletler tarafından sürdürüldüğünü ve Doğu Meselesinin 21. yüzyılda da hiç hız kaybetmeden devam ettiğini göstermektedir.

 

BÜŞRA AKTAŞ

 

KAYNAKÇA

Aktaş, Büşra. TUİC AKADEMİ. 03 03 2021. https://www.tuicakademi.org/saraybosna-sarajevo/ (erişildi: 07 04, 2021).

Aydın, Mithat. «Bosna-Hersek Ayaklanması (1875)’nda Panslavizm’in Etkisi ve Sırbistan ve Karadağ’ın Rolü .» Belleten LXIX, 2005: 913-936.

Günöz, M.Doğukan. Academia. 17 11 2015. https://www.academia.edu/19598774/The_Eastern_Question (erişildi: 07 04, 2021).

Gürgen, Süheyla Yenidünya. «Napolyon’un Şark Politikasını İhyâ Etmek: Horace Compte Sebastiani’ın İstanbul-Mısır Seyahetleri(1801-1802) ve Raporları.» Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, 2019: 89-125.

Progonati, Erjada. «The Chronicle Of The First World War And Its Impact On The Balkans.» Akademik Bakış, 2014: 97-116.

Yıldız, Zehra. Euronews. 13 12 2019. https://tr.euronews.com/2019/12/13/1915-olaylari-ermeni-soykirim-mi-tehcir-mi-turkiye-hukuki-sorumlulugu-var-mi-kim-ne-diyor (erişildi: 07 04, 2021).

[1] Günöz, M.Doğukan. Academia. 17 11 2015. https://www.academia.edu/19598774/The_Eastern_Question (erişildi: 07 04, 2021).

[2] Gürgen, Süheyla Yenidünya. «Napolyon’un Şark Politikasını İhyâ Etmek: Horace Compte Sebastiani’ın İstanbul-Mısır Seyahetleri(1801-1802) ve Raporları.» Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, 2019: 89-125.

[3] Günöz, M.Doğukan. Academia. 17 11 2015. https://www.academia.edu/19598774/The_Eastern_Question (erişildi: 07 04, 2021).

[4] Aydın, Mithat. «Bosna-Hersek Ayaklanması (1875)’nda Panslavizm’in Etkisi ve Sırbistan ve Karadağ’ın Rolü .» Belleten LXIX, 2005: 913-936.

[5] Aktaş, Büşra. TUİC AKADEMİ. 03 03 2021. https://www.tuicakademi.org/saraybosna-sarajevo/ (erişildi: 07 04, 2021).

[6] Progonati, Erjada. «The Chronicle Of The First World War And Its Impact On The Balkans.» Akademik Bakış, 2014: 97-116.

[7] Yıldız, Zehra. Euronews. 13 12 2019. https://tr.euronews.com/2019/12/13/1915-olaylari-ermeni-soykirim-mi-tehcir-mi-turkiye-hukuki-sorumlulugu-var-mi-kim-ne-diyor (erişildi: 07 04, 2021).

 

Leave A Comment

At vero eos et accusamus et iusto odio digni goikussimos ducimus qui to bonfo blanditiis praese. Ntium voluum deleniti atque.

Melbourne, Australia
(Sat - Thursday)
(10am - 05 pm)